Tamtam sesleri… Savaşa hayır!

Ukrayna’da anne ve çocuk / Fotoğraf: Vadim Ghirda – AP

Güne haftalardır beklenen Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişimiyle uyandık. Rusya Federasyonu Başkanı Putin, Rus silahlı kuvvetlerine askeri harekat emri verdiğini açıklamasıyla Ukrayna, Rusya uçakları ve füzeleriyle bombalanmaya başladı.

Ukrayna’nın NATO’ya üye olma ihtimalini kendi güvenliğine tehdit olarak değerlendiren Rusya; bu fikrin önüne geçmek istedi. Bu durumun zamanla küresel bir kriz boyutu kazanmasıyla birlikte küresel güç odakları da oyuna dahil oldu.

ABD, AB ve NATO’nun bu savaşı kışkırtması ve Rusya’nın doymak bilmez işgal hevesi de birleşince bir insanlık dramına sebep olacak savaşın fitili ateşlenmiş oldu.

Ne yazık ki mevcut düzen güçleri 2013 yılında Ukrayna’da ortaya çıkan Yevromeydan hareketinden bu yana ortaya çıkan krizi yönetememiş ve o günlerde Donetsk, Luhanks ve Kırım’ın Rusya tarafından Ukrayna’dan koparılmasına göz yummuştur.

Aynı güçler geçen zaman içinde krizi yönetemediği gibi daha da tırmandırmıştır. Ukrayna krizi her ne kadar son zamanların sıcak gündemi olarak bilinse de geçtiğimiz on yılın ürünü ve gündemidir.

Gün itibariyle kriz, savaşa dönüşmüş ve insan canına mal olmaya başlamıştır. AB, ABD ve NATO ülkeleri savaşı kışkırttığıyla kalmış ve Ukrayna halkını ‘dua’ ve ‘kınamalarla’ baş başa bırakmıştır.

Rusya’nın karşısında savunmasız bıraktıkları Ukrayna’yı sadece, ekonomik yaptırımlarla koruyacaklarını ifade eden Batı bloku; bu savaştan en az zarar ve en yüksek kâr ile ayrılmayı hedefliyor. Kapitalist ticaretin temel kuralı bu.

Peki buradan bir çıkış yolu yok mu?

NATO, kimilerinin iddia ettiği gibi ‘demokrasinin güvencesi’ değil; bir savaş mekanizmasıdır. NATO’nun, ABD emperyalizminin aparatı olarak konumlandırılmış olan ve onun ekonomik çıkarlarını ve sistemini koruma mekaniği sonlandırılmalıdır.

Öte yandan Rusya’nın modern Çarı Putin’in, ilkel dönem Rus İmparatorluğu hayallerinden vazgeçmesini sağlamalı ve yayılmacılığını sonlandıracak mekanizmalar kurulmalıdır.

Gör bak umudun gününü gün etçek

Bugünlerin tarih okuması yapılırken, gelecek kuşaklar şöyle bir cümleyle karşılaşacak mı dersiniz? “Ülkenin popüler sanatçılarından olan Tarkan, tüm kuralları boca ederek ürettiği ‘Geççek’ dediği şarkıyla kitlelerin umudunu tazeledi.”

Tarih metinlerinde böyle bir cümle yer almasa bile, bu şarkının tarih yazımına katkıda bulunacak bir umut takviyesi yaptığı kaçınılmaz bir gerçeklik olarak önümüzde duruyor.

Öncelikle şarkıya yapılan klip, çok iyi tasarlanmış ve bin bir çeşit entrikayla sağlamlaştırılmış sistemin açıklarına başlayan bir siber saldırıyla yayına giriyor. Bu giriş ile şarkının sözlerinde söylenmek istenen hayatın her alanına dokunarak söyleniyordu. Şarkının sözlerinde bahsedilen ve geçeceği söylenen kötü zamanlar ile kötü zamanların yaratıcısının gideceğine dair yaratılan umut; sokaktaki kağıt toplayıcısına, uzaktan çalışan boxerlı beyaz yakalıya ve konfeksiyon işçisine ulaştırılıyor. Metaverse’te dolaşan genci saymıyorum bile. Çünkü bu aşılmaz denilen sistemi hackleyip, yeniyi kuracak olan da O ve O’nun hayalleri olacak.

Tarkan, daha önce de politikaya bulaşmış şarkılarını bize dinletmişti.

Lice’de karakoldan atılan havan mermisiyle öldürülen 12 yaşındaki Ceylan Önkol için bir eser kaleme almış ve;

“gözlerime astılar seni

ceylanım kör oldum ben

ne havan topu ne mermi

seninle vuruldum ben” demişti.

Affedin bizi çocuklar dediği şarkısında da genç yaşlarda hayattan koparılan bu toprakların insanlarına dertlenmiş ve bizi de bu derde ortak etmek için;

“bir yangının orta yerinde

bir namlunun ucunda sönen hayatlar

tertemiz hayalleri

ve ümitleri çalınan çocuklar

aynıyız aslında özde hepimiz aynı

soluduğumuz nefes aynı

insan insana muhtaç yeri geldiğinde

aynı yolun yolcusuyuz aynı” diyerek bizlere seslenmişti.

Tanıdığım andan itibaren Tarkan; gerek şarkılarıyla, gerek sosyal medya ve konvansiyonel medya demeçleriyle ülkenin ve toplumun içinden geçtiği anlarla ilgili hissettiklerini ve düşündüklerini bizlerle paylaştı.

“hakkımızın hesabını soralım hadi

bir olup da direnelim gel

haykıralım isyanımızı hadi, hadi hep beraber” ile birlikteliğe davet de eden Tarkan bu sefer bambaşka bir şey söylüyor.

Sistemi hackleyip, kitlelere umut enjekte etmeye niyetlenerek her zamankinden farklı bir iş yapmaya cesaret etmiş. Doğrusu geçtiğimiz günlerde Sezen Aksu’nun dilinin koparılmasına cüret edilen bir yerde ‘yakamızdan düş artık’ demek yürek işiydi.

Tarkan, bunu başardı ve o çiçekten günlerin yakınlığına bizi inandırdı.

Nerede o eski bayramlar: Bayram Gazetesi

Bu yazı Litros Gerçek haber sitesi için yazılmıştır.
Bu yazı Litros Gerçek haber sitesi için yazılmıştır.

Eski bayramları andığımız bir bayramı daha yaşıyoruz. Koronavirüsü pandemisi sebebiyle sevdiklerimizden uzak yaşadığımız üçüncü bayram bu. Büyüklerimizin ellerini öpemiyor, küçüklerimize sarılamıyoruz. Gelenekleri de geride bırakalı çok oldu.

Çok oldu, çünkü; bayram, medya dünyası için başka bir gündü.

1946 yılında gazeteciler, her dini bayramda çıkarılmak üzere tasarlanan bir gazete çıkarmaya başladılar. İsmi Bayram Gazetesi idi. 28 yıl önce 1993 yılının Ramazan Bayramında son sayısını çıkaran Bayram Gazetesi, Türkiye medyasının önemli bir geleneğiydi.

Bayram gazeteleri, tüm yıl çalışan gazetecilerin de herkes gibi bayram yapmasını sağlarken, işsiz gazetecilerin yılda iki kez de olsa gelir elde etmesini sağlıyordu.

1952 yılında çıkarılan Basın İş Kanunun 20’nci maddesiyle, günlük gazetelerin “Ramazan Bayramının” ilk iki, “Kurban Bayramının” ise ilk üç gününde yayın yapması yasaklandı. Bu süreçte de sadece bayram gazetelerinin çıkarılması kararı alındı. Bu sayede bayram gazetelerinin çıkarılması ve gazetecilerin de bayram tatili yapması yasal güvence altına alınmış oldu.

Fakat bir süre sonra reklam gelirlerinin bayramlarda artacağını ve özel fiyatlarla gazetelerin sayfalarının pazarlanabileceğini düşünen medya patronları bu uygulamaya karşı çıkmaya başladı. Anayasa mahkemesi de 1993 yılında “süreli ve süresisz yayın hakkı” ve “basın özgürlüğü” gerekçeleriyle Basın İş Kanunun dini bayramlarda “Bayram Gazetesi” dışında gazete çıkarılmasını yasaklayan hükümlerini iptal etti.

Bu kararla birlikte Türkiye medyasının önemli bir geleneği de son bulmuş olsa da bazı yerel gazeteci cemiyetleri belli dönemlerde “Bayram Gazetesi” çıkarmaya devam etti. Anltaya Gazeteciler Cemiyeti 1999, 2010 ve 2011 yıllarında bayram gazetesi yayımladı.

Son olarak da Elazız Gazeteciler Cemiyeti bayram gazetesini de 23 Nisan 2015’te “milli ve dini bayramlarda yayınlanacak bayram gazetesini” çıkardı.

Bir geleneğinin de böyle kaybolup gittiği o eski bayramlar, evet; nerede?

Bayramınız kutlu olsun…

Basın öne eğilmesin!

Bugün Dünya Basın Özgürlüğü Günü. Gazetecilere yönelik baskılar basının özgür olmadığını gözler önüne seriyor.

Ülkemizde ve dünyada, gazeteciler çeşitli baskı araçlarıyla engelleniyor. Hükümetler ve çıkar odakları; ortaya çıkmasını istemediği kirli işlerinin görünür olmaması için gazeteleri ve gazetecileri reklam engellemeleri, cezaevi ve işten çıkarmalarla göz korkutmaya çalışıyor. Hatta bir çok defa ölüm de bu yöntemlere dahil oluyor.

Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) örgütünün yayınladığı yıllık basın özgürlüğü raporunda, 180 ülkenin 73’ünde gazetecilik ciddi şekilde engellendiği tespit edilirken, 59 ülkede de hükümetlerin basın çalışanları üzerindeki baskıyı arttırdığı ifade edildi.

Türkiye listede Bangladeş, Rusya ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti gibi ülkerin ardından 153. sırada yer aldı.

Basın özgürlüğünde Türkiye

Basın özgürlüğü ihlallerini raporlaştıran CHP Eskişehir Milletvekili Utku Çakırözer, Türkiye’de Nisan ayında 50 gazetecinin hakim karşısına çıktığını ifade ediyor. Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) aracılığıyla Tele 1, KRT, Halk Tv gibi bağımsız yayın kuruluşlarına cezai yaptırımlarda bulunulurken, internet ortamında yayın yapan medya organlarına da erişim engelleme yaptırımları uygulanıyor. Sendika.org, Oda tv gibi bir çok internet medyası uzun bir süredir erişim engellemesiyle karşılaşıyor. Bunun yanı sıra ülkedeki baskının artmasıyla birlikte ülkeyi terk edip, yurt dışından sözünü söylemeye çalışan gazeteci ve yazar sayısı da son yıllarda artış gösterdi.

15 Temmuz darbe girişiminin ardından ilan edilen Olağanüstü Hal ile birlikte çıkarılan kararnameler (KHK) Hayat Televizyonu, İMC Tv, Dicle Haber Ajansı (DİHA) gibi bir çok yayın kuruluşu da iktidar eliyle kapatıldı.

Türkiye Gazeteciler Sendikasının son verilerine göre de 43 gazeteci ve medya çalışanı cezaevinde bulunmaktadır. 1 Mayıs öncesinde, Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından yayımlanan genelgede de toplumsal olaylarda gazetecilerin görüntü ve ses kaydetmesi yasaklandı. Bu polis şiddetinin görünürlüğünü engellemek dışında bir amaç taşımamaktadır. Genelgeye neden olan “özel hayatın gizliliği” bahanesi de bir geçerlilik taşımamaktadır. Çünkü orada görev yapan memur, bir kamu personelidir. Dolayısıyla gazeteci bu durumu kayıt altına alabilmelidir.

Basın, kamusal düzende dördüncü kuvvet olarak ortaya çıkar. Demokrasilerde halk adına, hükümetleri ve çıkar odaklarını denetler ve hesap sorar. Bu bir kamusal görevdir. Fakat basın bu denetleme ve hesap sorma işlevini gerçekleştirirken iktidarlar ve çıkar grupları tarafından hoşnutsuzlukla karşılaşır. Bu durum da yenir bir mücadele alanını ortaya koyar. Demokratik bir düzen için, özgür bir basına ihtiyaç vardır. Özgür basın için de mücadeleye!

Bu koşullarda Dünya Basın Özgürlüğü, bu özgürlüğün mücadelesiyle birlikte kutlu olsun!

Dijital kavimler göçü

Twitter’ın, ABD Başkanı Trump’ı kalıcı olarak susturması, Facebook’un Whatsapp üzerinden kullanıcıların tüm bilgilerine erişme isteği dijital özgürlüklerimiz açısından yeni bir tartışma başlatılması ihtiyacını ortaya koydu. Bir şeyin ücretsiz olması, aslında o şeyin bedelsiz olduğu anlamını taşımamaktadır.

Günümüz kapitalizminde artık meta, kişisel dijital verilerimiz yani dijital varlıklarımızdır. Şirketler ve reklamverenler, bu metaya ulaşmak için mücadele etmektedirler. Telefonlarımızdaki parmak izi okuyucular veya yüz tanıma sistemleri uzun vadede bilim kurgu filmlerinde gördüğümüz riskleri taşımaktadır. Bileklerimize taktığımız akıllı saatler veya akıllı bilekliklerde bulunan sensörler ve bu sensörlerin elde ettiği verileri raporlaştırdıkları sağlık uygulamaları birer veridir.

Pandemiyle birlikte her birimizin telefonlarımıza kurduğumuz sağlık takip uygulamaları da tüm dünyada ayrı bir tartışma konusu yaratmıştır. Bu sayede şirketlere veya devletlere yeni birer veri sunmuş olmaktayız.

Whatsapp, Facebook, Twitter vb uygulamalar; bizlere ücretsiz sosyalleşme ve network oluşturma imkanları sağlasa da aslında biz, kendi verilerimizi ve varlıklarımızı bu şirketlere hibe ederek bir bedel ödemekteyiz. Facebook’un daha önce adının karıştığı skandalları göz önünde bulundurursak, ülkelerdeki kullanıcı davranışlarıyla siyasal yönelimleri tespit edip, bu yönelimleri manipüle edebilme yeteneğini biliyoruz. Bundan sonraki süreçlerde de benzer şeyler yapabileceğine de emin olabiliriz.

Whatsapp’ın kişisel verilerimizi, şirketler ve devletlerle paylaştığı da bilinen bir gerçeklik. Uygulamanın şimdilerde yeni bir adım atarak bu tavrını daha da derinleştirerek kapsamlı bir veri satışına yöneldiği ortaya çıktı.

Twitter’ın, ABD’deki kongre baskınını bahane ederek bir siyasal figürün yani, ABD Başkanı Donald Trump’ın hesabını kalıcı olarak susturması ve diğer ABD’li sosyal medya şirketlerinin aynı yönteme başvurması da benzer bir sorunu ortaya çıkarmaktadır. Trump’ın, popülist ve otoriter politikalarını eleştirmekle birlikte kitlesel algı yaratma kabiliyetine sahip şirketlerin, belli çıkar odaklarının fikir ve değerlerine hizmet edecek bir şekilde ABD Başkanını dahi susturup, sansür uyguluyor olması bizler için bir sorundur.

Sorundur, çünkü; düşünce ve düşünceyi ifade edebilme özgürlüğü günümüzde şirketlerin tekelinde olan bu araçlardan geçmektedir. Dolayısıyla bu tekeli elinde bulunduran şirketlerin çıkarlarına yönelik bir eylem veya fikir ortaya çıktığında benzer durumlar bizler için de gündem olacaktır. Bu şartlarda, fikir ve eylemlerimizi yayabileceğimiz araçlar ortadan kalkacak ve yeni sansür biçimleriyle karşılacağız.

Twitter’ın bu uygulaması da aslında, vakti zamanında Facebook’un adının karıştığı kullanıcı davranışlarını manipüle etme gayretine benzemektedir.

Son tahlilde artık cebimizde taşıdığımız ve özelliklerine hayran olduğumuz telefonlarımız, evlerimize aldığımız ve internete bağlanabilen her cihaz aslında birer veri toplama istasyonu olarak çalışmaktadır. Bu toplanan veriler; ne izlediğimizden tutun, nabzımızın kaç attığına kadar bir çok veriyi maddi bir sermayeye dönüştürmektedir.

Gelişen bu süreçle birlikte dijital yurttaşlar, ya da internete yerleşen adıyla Netizenler; yeni bir göç başlattılar. Mevcut uygulamalarını terk edip, yeni yurtlara bir dijital kavimler göçü başladı.

Yeni Medya ve Sosyal Hareketler

Bu yazı, 2011 yılında Alternatif Bilişim Derneği’nin yayımladığı Cesur Yeni Medya isimli e kitapta yayımlanmıştır.

Değişmek: Başka bir hâl veya duruma girmek.
(Wikipedia, Özgür Ansiklopedi)

Yazıma “değişmek” kavramının sözlük anlamını yazarak başlamak istedim. Yazıda bahsedeceğim konu,“değişmek” ile ilgili bir durum ve bu fiilin gerçekleştirdiği bir olguya işaret ediyor. Son zamanlarda politik,
ekonomik ve sosyal açıdan değişim, bütün dünyada en çok kullanılan kavram. Değişim, son Amerikan Başkanlık seçimlerinin de en çok ilgi gören sloganı olarak kendini duyurdu. ABD’nin siyahi başkanı Barack
Obama, seçim kampanyasının sloganını “is a vote for change (değişime oy)” olarak belirlemişti. Obama’nın seçimleri kazandıktan sonra, Amerika’yı değiştirip değiştirmediğini bu yazıda tartışmayacağım. Fakat;
ABD Başkanı’nın dahi ‘değişimin öznesi’ olduğu bir dönemden geçiyoruz. Ülkemizde de son 10 yılda ne ‘değişmezlerin’ değiştiğini gördük. Vaktiyle tabu olan konular artık TV’lerde konuşulabiliyor, gazetelerde yazılıyor. Değişim paradigması, kendini yaşamın ortasında olan ‘medya’ alanında da göstermeye başladı. ‘Yeni medya’nın ağırlığı her geçen gün artıyor. İlk etapta; yaşamımıza arkadaşlık ve evlendirme siteleriyle giren
bu olgu, bugünlerde blog, mikro blog ve sosyal ağlar ile karşımıza çıkıyor. Öyle ki, şimdilerde; herkes kendi gazetesinin patronu olup, kendi gazetelerinde köşe sahibi olabiliyor. Günümüzde gazetecilik, birilerinin ağız kokusunu çekmeye gerek kalmadan, birilerinin belirlediği yayın politikalarını umursamadan ve patron sansürüne maruz kalmadan da yapılabilir hale geldi. Bu durum, yazdığın yazı, patronun gireceği enerji ihalesini etkiliyor mu, yoksa; bir dostuyla arasını bozup, ciddi bir ekonomik zarara uğratacak mı gibi kaygılara son veren bir yayıncılık ve medya anlayışı doğurdu.

Geçtiğimiz aylarda, çocuk istismarına karşı Facebook’ta bir kampanyabaşlatılmıştı. Bu kampanya dahilinde, kullanıcılar profil resimlerine çizgi film karakterlerinin fotoğraflarını koyacaklardı. Bu sanal eylemsellik, dünya çapında yapıldı. Aynı zamanda, dünyadaki birçok insanı aynı mantık çerçevesinde toplayabilen bir alan oldu. Bu eylemselliğin yarattığı etkiyi inceleyecek olursak; Amerika’da Fox TV gibi televizyonların haberlerine Türkiye’de CNN Türk gibi televizyonların, Radikal gibi gazetelerin haberlerine konu oldu. Yani bu yeni gelişen medya ağı, artık eski medya araçlarının haber kaynağı olmaya başladı.

Biz yeni medyayı kullananlar, kendi yarattığımız eylemlerin, kendi yarattığımız etkilerini ve varlığını çok önceden bildiğimiz haberleri; artık 1-2 gün sonra klasik medya araçlarından duyuyoruz. Habercilikte kullanılan ‘bayat haber’ kavramı burada devreye giriyor. Bu durum ise eski medya araçlarının papucunun dama atıldığının önemli bir göstergesi. Bu yeni medya düzeninin artık ses getiren ve hızlı yayılan bir yapıya sahip olduğu açık bir gerçekliktir. Bu yeni ağ ve habercilik; düzenin belirlediği tüm kuralları delmeye ve örülmüş duvarları yıkmaya hazırlanan dinamik bir yapıya sahiptir. Haberlerini yayınlarken kendinden başka bir editörün olmadığı ve haberine oto-sansür uygulanmayacağı bir alandır. Yazılarının geri dönmediği, yazdığın yazıdan dolayı işine son verilmediği bir platformdur. Yeni medya ağı kesinlikle aşağıdan (tabandan) gelişen bir harekettir. Egemen medya anlayışına, gelenekçi düzene başkaldıran ‘devrimci’ bir olgudur.Tabandaki küçük klavye darbeleri, tavandaki büyük isimleri tedirgin etmeye yetmektedir.

Yeni gelişen medya insanların, şirketlerin ve grupların iletişim sistemlerini değiştirdiği gibi; aktivist gruplarında iletişim biçimlerini de değiştirdi. Bu durum “dijital aktivizm” ve “yurttaş gazeteciliği” ismi verilen iki ayrı olguyu meydana getirdi. Sosyal ve ekonomik hayatımıza entegre olan ve dünya ile aramızda bir bağ kuran İnternet, aktivist hareketlerde de artık ayrı bir alan teşkil ediyor.

Dijital aktivizmin doğuşu, İnternet’in doğuş yıllarına kadar gider. Bilgi ve iletişim teknolojilerinin, bu araçlar ile kurulmuş ağların, sosyal hareketler tarafından farklı aktivist amaçlar için kullanılıyor olması daha geniş bir alana yayılıyor. Kullanıcı deneyimini öne çıkaran ve etkileşim alanını genişleten; Web 2.0 ismi verilen ikinci nesil İnternet hizmetleri ile dijital aktivizm çeşitlendi. İkinci nesil İnternet; İnternet kullanıcılarının ortaklaşa ve ve paylaşarak yarattığı sistemi tanımlamaktadır. Bunlara örnek olaraksa; Wikipedia, Facebook, Youtube, Ekşi Sözlük gibi siteleri söyleyebiliriz. Sosyal ağlar, dijital aktivizmin ayrıcalıklı mecraları olabilmeyi başardılar.

Dijital aktivizmi; İnternet’in sosyal dünyada bir devrim yaptığını, insanlığın problemlerinin bu araç üzerinden çözüleceğini, politik süreçlerden ve karar alma mekanizmalarından dışlanan yurttaşların daha katılımcı ve şeffaf demokrasiye bu araç üzerinden kavuşabileceklerini savunanlar oluşturuyor.18 Yurttaş katılımı odaklı yeni işbirliği teknolojileri, dezavantajlı kesimlere bir etki imkanı tanıyor. Bu durum; sosyal hareketlere de buluşma noktası yaratıyor. Bunun nedeniyse; bilgiye hızlı erişimin mümkün olması ve coğrafi, fiziksel, zaman engellerini ortadan
kaldırmasıdır.

Örneğin, son yıllarda, farklı ülkelerde ve kentlerde düzenlenen, belli başlı ülkelerin devlet başkanları ve bakanları ile IMF ve Dünya Bankası yetkililerini biraraya getiren zirveler, küreselleşme karşıtlarının şiddetli protestolarıyla geçmektedir. Sivil toplumun sesinin daha çok duyulduğu, uluslar arası katılımlı bu eylemlerin birçoğu, İnternet üzerindeki sosyal ağlarda planlandı ve örgütlendi.

Bununla da kalmayıp, eylemlerde olan biten herşey, sosyal ağlar aracılığıyla dünya kamuoyu ile anında paylaşıldı. Haberlerin bu ağlar aracılığıyla paylaşılmasının etkisiyse şu şekilde oldu: Geleneksel ana akım medya, eylemlerde olan olayları farklı yorumlayarak –bir nevi oto-sansürkamuoyuna yanıltıcı bilgiler aktarıyordu. Fakat; bu ağlardan yayılan haberler, fotoğraf ve videolar, hepimizin doğru bilgiler edinmesini sağladı. Bu topluluk ağları, aynı zamanda yeni bir medya yaratıyor. Yurttaş gazeteciliği tarzı örnekleri meydana çıkarıyor. Bunun örneklerini; İran seçiminde gördük. Seçimde; Ahmedinecad’a muhalif olarak çıkan Musavi’nin seçimi kaybettiğinin ilan edilmesiyle birlikte; Musavi yandaşları sokaklara döküldü. Büyük kitlesel gösteriler yapıldı. Birçok insanın yaşamını yitirdiği olaylar sırasında, İran devleti CNN ve BBC gibi medya kuruluşlarını sınırdışı etmiş ve basına katı bir sansür uygulamıştı. Dünya olayları sadece İran devlet televizyonunun verdiği yayınlardan izliyordu. Ama hesaplanamayan bir şey oldu. İran’daki muhalif grupların, sosyal ağlar üzerinden yaydığı görüntü ve bilgiler bir anda dünya gündemine oturdu. Hatta dünya çapında birçok televizyon kanalı, sosyal ağlardan aldığı görüntüleri yayınlamaya başladı. Sosyal medya, baskıcı bir devletin tüm engellemelerini aştı, hasıraltı edilen gerçekleri ortaya serdi ve geleneksel medyaya meydan okuyup, haber kaynağı oldu.

Yine aynı şekilde, 2011 yılının ilk dönemlerinde Ortadoğu’da cereyan eden olaylarda da, İnternet’in gücü yadsınamaz bir hal aldı. Tunus’ta başlayan eylemler ve sonucunda devrimin gerçekleşmesi İnternet’te başlayıp sokakta son bulan bir süreç yarattı. Wikileaks’in yayımladığı 2008 tarihli belgelerinde, devlet başkanı Ben Ali ve ailesinin mafya usulü yolsuzluk çetesi oluşturduğunun ortaya çıkmasıyla birlikte, halk bu duruma isyan edip sokağa döküldü. Bu şekilde başlayan eylemler, sokağa dökülürken de sosyal ağların gücünü, kendi güçlerine kattılar. Ve Tunus’ta kimilerince “sosyal medya devrimi” olarak adlandırılan, Yasemin Devrimi gerçekleşti.

Tunus’un ardından, Mısır’a sıçrayan eylemlerde de sosyal ağların etkisini görebiliyoruz. Bunun yanı sıra, Mısır isyancılarına destek olma amacıyla Wikileaks’in yeni belgeleriyle karşılaştık. Bu belgelerde Mısır devlet başkanının çeşitli silah lobileriyle yaptığı işbirliklerini öğreniyorduk. Ayrıca; eylemler devam ederken, Mısır’lı aktivistlerin sosyal ağlar aracılığıyla yolladığı mesajlar tüm dünyaya iletiliyordu. Öyle ki Google ve Twitter, İnternet’in kesildiği ülkede, yeni alternatif sistemler geliştirerek sosyal ağlarını geliştiriyordu.

Yeni gelişen medya türevleri bilginin yayılmasında, paylaşılmasında önemli bir yer sahibidir. Sosyal medya ismi verilen bu yeni alan, insanları bir araya getirdiği gibi, aynı amaç doğrultusunda örgütlenmiş toplulukları da bir araya getirdi. Sosyal hareketleri birbirine bağlayan ve eylemselliklerine hız kazandıran bir ortam oluşturdu. Bu hareketlerin; kendi üretimlerini, eylemlerini ve haberlerini yayınlayacakları bir yayın mecrası oluşturdu.

Yeni medya düzeni derken?

İnternetin yaşam alanımıza girmesiyle birlikte yeni tür haberleşme ağları oluşmaya başladı. Sosyal ağlar başta olmak üzere haberleşmeyi ve bilgiye ulaşımı kolaylaştıracak yeni tür sistemler var oldu.

Gerek böylesi sosyal ağlar, gerekse internet üzerinden varlığını sürdüren yayınların bulundukları mecranın bütünü için ‘yeni medya düzeni’ kavramı kullanılmaya başlandı. Bu alana girebilecek saymakla bitiremeyeceğimiz yayınlar gün geçtikçe hızlı bir şekilde sayılarını arttırmaya devam ediyor. Bu yayınların neredeyse tamamı internet üzerinden varlığını sürdüren ‘haber’ siteleri olarak ortaya çıkıyor. Tüm bu yayınları genel bir şekilde yeni medya düzeninin bir parçası olarak görebiliriz.

Fakat benim aklımı kurcalayan sorun burada başlıyor. Yeni medya düzeni derken aslında tam olarak neden bahsediyoruz? Medyanın biçimsel yeniliğinden mi, yoksa içerik olarak yeni bir dilden mi? Bunun biraz düşünülmesi gerektiğine inanıyorum.

Okumaya devam edin “Yeni medya düzeni derken?”

Değişim ve Medya

Değişmek: Başka bir hâl veya duruma girmek. (*)

Yazıma “değişmek” kavramının sözlük anlamını yazarak başlamak istedim. Çünkü; bu yazıda bahsedeceğim konu,“değişmek” ile ilgili bir durum ve bu fiilin gerçekleştirdiği bir olguya işaret ediyor.

Son zamanlarda politik, ekonomik ve sosyal açıdan değişim,  bütün dünyada en çok kullanılan kavram. Değişim, son Amerikan Başkanlık seçimlerinin de en çok ilgi gören sloganı olarak kendini duyurdu. ABD’nin siyahi başkanı Barack Obama, seçim kampanyasının sloganını “is a vote for change” olarak belirlemişti. Obama’nın seçimleri kazandıktan sonra, Amerika’yı değiştirip değiştirmediğini bu yazıda tartışmayacağım. Fakat; ABD Başkanı’nın dahi ‘değişimin öznesi’ olduğu bir dönemden geçiyoruz.

Ülkemizde de son 10 yılda ne ‘değişmezlerin’ değiştiğini gördük. Vaktiyle tabu olan konular artık TV’lerde konuşulabiliyor, gazatalarda yazılıyor. Hatta Cumhuriyet Halk Partisi’nin Genel Başkanı bile değişti. 

Değişim paradigması, kendini yaşamın ortasında olan ‘medya’ alanında da göstermeye başladı. ‘Yeni medya’nın ağırlığı her geçen gün artıyor.

Okumaya devam edin “Değişim ve Medya”